Acımak Romanı Tahlili - Kaygana- p(2)

II. Acımak Romanının Tahlili
 II. a. Olay örgüsü
Romanın ilk olay halkası Mebus Şerif Halil Bey ile Maarif Müdürü
Tevfik Hayri Bey’in konuşmaları ile başlar ve Zehra’nın hasta babasını
görmek üzere İstanbul’a doğru yola çıkışı ile sona erer. Mebus Şerif Ali Bey
ile Maarif Müdürü arasındaki konuşma, aralarında yaşanan fikrî çatışma
sonucu merak unsurunun henüz romana dâhil olmayan Zehra üzerinde
odaklanmasını sağlar. Zehra’nın babasının hastalık haberine kayıtsız kalışı
onunla Maarif Müdürü ve Tevfik Hayri arasında bir çatışma doğurur. Söz
konusu çatışmada Zehra kişisel olanı; Maarif Müdürü ve Tevfik Hayri ise
genel ahlâk kuralları doğrultusunda davrandıklarından sosyal olanı temsil
ederler. İlk olay halkasındaki bir diğer çatışma ise babasının hastalık
haberini alan Zehra’nın yaşadığı içsel çatışmadır. Zehra, bir yanda her ne
kadar bastırmaya çalışsa da babasına karşı ilgisiyle, diğer yanda ise
çocukluğundan kalan tecrübelerin neticesi olan öfke ve bağışlayamama
duygusunun ortaya çıkardığı babanın varlığını inkâr ediş arasında kalır.
Zehra’nın bu arada kalmışlığı yaşamasının bir diğer nedeni de babasının,
kendisi için oluşturduğu mükemmeliyetçi yaşam tarzının zıddını temsil edişi
ve bu nedenle tehlikeli kabul edilmek suretiyle olumsuzlanmasıdır.
Ailesinden zorla ayrı bırakıldığına inanan Zehra’nın yeni yaşamında ilk
işinin babasının varlığını reddetmek olduğunu hatırlarsak; yeni hayatını bu
kabul üzerine bina ettiğini görmemiz kolaylaşacak ve babanın ortaya
çıkışının söz konusu kabul üzerine kurulan hayat için ne denli büyük bir
tehlike olduğunu kavramak mümkün olacaktır.
Romanın ikinci olay halkası Zehra’nın İstanbul’a gitmek üzere trene
binişi ile başlar ve onun İstanbul’da babasına ait hatıra defterini okumaya
başlamasıyla son bulur. Seyahat sırasında yaşlı kadının anlattıkları Zehra’nın
şuuraltını uyandırır ve onu geçmişine doğru bir yolculuğa çıkarır. Böylece
Zehra’nın, çocukluk ve ilk gençlik yıllarında yaşadıkları okuyucuya aktarılır.
İkinci olay halkasında yaşanan çatışma Zehra ve sevdikleri ile babası Mürşid
Efendi arasındadır. Söz konusu çatışmada Zehra, annesi, ninesi, kız kardeşi,Mesadet Hanım ve Necip Bey, masumiyet, iyilik, temizlik, şefkat vb. tüm
güzel huyların temsilcisiyken; Mürşid Efendi bütün bunların zıddı olarak
kötülüğü, bencilliği ve olumsuzluğu temsil eder. Bu çatışma Zehra’nın
kişilik ve davranışlarının psikolojik arka planını net olarak ortaya koyması
açısından oldukça önemlidir. Görüldüğü gibi birinci olay halkasında
Zehra’nın babasına karşı aldığı tavır ortaya konmuş, ikinci olay halkasında
ise bu tavır onun hayat hikâyesi ile açıklanmıştır.
Eserin üçüncü ve dördüncü olay halkaları Mürşid Efendi’nin hatıra
defterinde anlatılanlardan oluşur. Üçüncü olay halkası Mürşid Efendi’nin
mülkiyeden mezun oluşu ile başlar ve Diyarbakır’dan İstanbul’a tayininin
çıkışı ile son bulur. Bu olay halkasında ilk çatışma Mürşid Efendi ile amirleri
ve diğer memurlar arasında yaşanır. Çatışma diğer memurların kişisel
çıkarlarını ülke menfaatlerinin üstünde tutmasından kaynaklanır. Mürşid
Efendi’nin amirleri ile yaşadığı çatışmalar aşırı bürokrasi, yolsuzluk, adam
kayırma üzerinedir. Bütün bu çatışmalar Mürşid Efendi’nin kişiliğinin bir
ürünü olan ve iç dünyasında başlayıp yaşamına yansıyan hayal- hakikat
çatışması etrafında verilmiştir. İdealist bir memur olarak göreve başlayan
Mürşid Efendi, memuriyet hayatı boyunca aşırı iyimserliğe varan
santimantal kişiliği ve idealizminin de etkisiyle gerçek hayatla çatışmak
durumunda kalır. Söz konusu durum onun evlilik hayatına da sirayet eder.
Romanın son olay halkası Mürşid Efendi’nin İstanbul’a tayin isteme
kararıyla başlar. Ailesi hakkındaki gerçekleri öğrenmesi ve öğrendiklerinin
bundan sonraki hayatını bambaşka bir mecraya sürüklemesiyle devam eder.
Aile ve iş hayatında yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle Zehra’nın babasından
nefret etmesine sebep olan olayların, Mürşid Efendi’nin bakış açısından
tekrar okuyucunun dikkatine sunulması teknik açıdan dikkat çekicidir. Eser,
Zehra’nın babası hakkındaki düşüncelerinin değişmesi ile son bulur.

II. b.Tema
Esere adını veren ‘acımak’ duygusu aynı zamanda onun tematik
yapısının da merkezinde yer alır.3
 Acımanın insanın duygusal yönüne işaret
eden bir sembol olarak okunabileceği düşüncesindeyiz. Bu açıdan
bakıldığında yaşamlarında duyguları ile mantıkları arasında bir denge
kuramayan insanların romanıdır Acımak. İnsanın duygu ve mantık yönleri
olan bir varlık olduğunu daha önce belirtmiştik. Kanaatimizce Acımak
romanı, insanın duygu ve mantık yönlerindeki eksiklikleri ortaya koyarak buikisi arasında gözetilmesi gereken dengenin –edebî eserin söylenmeyeni
olarak- vurgulandığı bir eserdir.
Söz konusu ana tema eserin iki merkezî karakteri tarafından temsil
edilir: Mürşid Efendi ve Zehra. Mürşid Efendi, insanın duygu yönünü; Zehra
ise mantık yönünü temsil eder.
Mürşid Efendi, mülkiyeyi bitirdiğinde yüksek mevkilerde bir tanıdığı
olmaksızın sırf diploması sayesinde kolayca iş bulabileceğini zannedecek
kadar safdildir. Annesine karşı duygusal bir eziklik içindedir. Çünkü ona hak
ettiği bir yaşam sunmaya fırsatı olmamıştır. Bir memur olduğunda geleceği
ile ilgili olarak son derece iyimserdir. Etrafındaki dejenere memur tiplere de
duygusal yaklaşır ve bu nedenle problemler yaşar. Görev yaptığı kasabanın
insanına acır ve kanunî işlemleri atlayarak onların dertlerini çözmeye çalışır,
bunun sonucunda soruşturma geçirir ve sicili bozulur. Olaylara mantığından
ziyade duyguları ile yaklaştığından müdürü Nasuh Bey’in ahlâksız işleri için
kendisini kullandığını anlayamamıştır. Gerçekleri öğrendiğinde yine çok
duygusal bir tepki göstermiş, bu nedenle haksız duruma düşmüştür. Fadıl
Efendi’ye acır ve onu arabasına alır. Fadıl Efendi öldüğünde eşine ve
çocuğuna acıdığı için borçlarının ödenmesine yardım eder; yine aynı duygu
nedeniyle Mevedded ile evlenir. Duygusal olarak karısının ve kaynanasının
etkisinde olduğu için ekonomik durumunu zorlaştıracak harcamalarda
bulunur. Karısına acıdığı için ona pahalı elbiseler ve mücevherler alır. Evine
pahalı perdeler yaptırır. Kaynanasına acıdığı için aşçı tutar. Karısının
hastalığına üzülür ve onun yorulmaması için Hafız’ı evine kabul eder.
Kaynanasının melek gibi bir kadın olduğuna inandığından Hafız ile dost
hayatı yaşadıklarının farkına varmaz. Karısının hastalık numaralarına kanıp
ona acır ve İstanbul’a tayin ister. Karısı ve kaynanası hakkında gerçekleri
öğrendiğinde duygusal bir çöküntü yaşar; ancak yapması gerekenleri değil
de karısı ve kaynanasının yapmasını istediklerini yapmaya devam eder.
Hırsızlık, yolsuzluk yapar ve alkolik olur. Karısının kendisini Necip Bey’le
aldattığını öğrendiğinde çocuklarına acıdığı için evliliğine son veremez. Bu
yüzden çocuklarını ve kendisini bütün bu olumsuzluklardan kurtaramaz.
Zehra’nın yatılı okula verilmesini sağlaması ve görev yaptığı kazadaki
öğretmenlik vasıflarından hiçbirine sahip olmayan bir ihtiyarı görevinden
uzaklaştırması Mürşid Efendi’nin ender mantıklı kararlarındandır.
Mürşid Efendinin eylemlerinde duygularının bu denli ön planda oluşu
hayatı boyunca acı çekmesine ve başarısız olmasına neden olmuştur. Bu
durum duygu ve mantık dünyaları arasında bir denge kuramayan insanların
gerçek yaşamda yaşamaları kuvvetle muhtemel hayal kırıklıklarının
ifadesidir. Mürşid Efendi’in yaşamı, bu yönüyle kızına yol gösterici
olacaktır.5
Zehra, çocukluğunda yaşadıkları nedeniyle acziyete ve duygusallığa
kapalıdır. Babasını inkâr eder, çünkü yaşadığı tüm olumsuzlukların
temelinde onun olduğuna inanır. Okul yılları boyunca aynı sınıfı paylaştığı
insanlarla hiçbir duygusal yakınlık kurmaz; yalnızca ders çalışır.
Öğretmenlik yaparken, başarısız öğrencilere karşı son derece acımasızdır,
kılık kıyafetini beğenmediği öğrencileri okula almaz ve haklı gerekçelerini
görmezden gelir. Geç kalan öğrencilere de aynı şekilde davranır. Okul
bahçesindeki ağaçların dahi zayıf olanlarına tahammül edemez. Zehra,
başkalarının hayrı için işleyen bir makine gibidir. Otuz yaşına geldiği halde
evlenmemiştir ve hiçbir zaman evlenmeyeceğine söz vermiştir. Zehra’nın
duygusallığa bu denli kapalı oluşu, eserde acıma duygusundan yoksun oluşu
ile sembolize edilir.6
 Tam bir insan olabilmesi yönündeki tek engel budur.
“Acımak… Ben insan ruhlarındaki derinliğin ancak onunla ölçülebileceğine
kaniim. Evet, dibi görünmeyen kuyulara atılan taş nasıl çıkardığı sesle
onların derinliğini gösterirse başkalarının elemi de bizim yüreklerimize
düştüğü zaman çıkardığı sesle bize kendimizi, insanlığımızın derecesini
öğretir… Fikrimce yalnız doğruluk hastalığı bir hak ve hakikat meselesi
etrafında toplanmak kabiliyeti bir cemiyeti mesut etmeğe kâfi gelemez…
Bunun için acımak, birbirimizin feryadını, iniltisini duyabilmek de
lazım…”(s.12–13) cümleleri acıma duygusundan yoksun oluşunun Zehra’yı
eksik bıraktığını ortaya koyar.
Eserde ana tema etrafında şekillenen diğer temler bürokrasinin neden
olduğu olumsuzluklar, devlet işleyişinde yaşanan aksaklıklar, Anadolu’nun
ve Anadolu insanının ihmal edilmişliği, eğitimde yaşanan problemler, ahlakî
bozukluklar ve bunun aileye yansımaları olarak sıralanabilir.
Bürokrasinin neden olduğu olumsuzluklar Mürşid Efendi’nin
yaşadıkları yoluyla aktarılır.
 Bulunduğu kazanın su sorunu çözmek içinözveriyle çalışan Mürşid Efendi, yasal işlemleri tam olarak yerine 
getirmediğinden dolayı iftiraya uğrar ve sürgün edilir8

“ Para bittikçe kasabanın zenginlerine koşuyor, dilenci gibi iane veya 
borç istiyordum. 
Bir gün yine amelelerle beraber toz toprak içinde çalışıyordum. Bir 
araba ile gayet temiz giyinmiş iki efendi geldi. Bunlar, mülkiye 
müfettişleriydi. 
Bana hemen işten el çektirdiler ve istintaka başladılar. Günahım bir 
değil, çoktu. Vilayetten kati talimat almadan işe girmiştim. Münakasalar, 
usul dâhilinde olmamıştı. Gayr-i kanunî olarak fazladan fazla para 
nakletmiştim… Ahaliyi tazyik ederek para almıştım. Bazı suistimallere 
sebebiyet vermiştim, ilah, ilah… Mamafih, müfettişler çok anlayışlı ve insan 
adamlardı. İsteseler beni ebedî olarak devlet hizmetinden çıkarttırırlar, 
mahkemeye verirlerdi.” ( s. 79) 
Devlet işleyişinde yaşanan aksaklıklar ilk olarak Mürşid Efendi’nin 
bir memuriyete atanma sürecinde karşımıza çıkar. Yüksek makamlarda 
tanıdığı olmayan Mürşid Efendi, bir memuriyet elde edebilmek için kapı 
kapı dolaşır ve el etek öpmek zorunda kalır. Görevi sırasında da iyi bir 
vazife için liyakatten ziyade adam kayırmanın etkin olduğuna bizzat şahit 
olur: 
“Kazalardan birine bir kaymakam tayin edilecekti. Çok çalışkan ve 
çok anlayışlı bir genç olduğumu nazar-ı dikkate alarak beni tensip ettiler. 
Muamelem bitmek üzereydi. Tam bu esnada bir havadis çıktı. Bu 
kaymakamlığa benden daha kıdemsiz ve ehliyetsiz bir başka genci tayin 
etmişler.” ( s. 70) 
Devlet işleyişinde yaşanan aksaklıkların bir diğer nedeni de eşrafın 
memurlar üzerindeki etkisidir. Mürşid Efendi bu durumu şu ifadelerle 
anlatır: 
“Eşraf, elbirliğiyle hükümeti kendi nüfuzu altına almış; gayet 
mahirane bir surette elini, kolunu bağlamış; kaymakamlarda kıpırdanmaya 
mecal yok, teşkilat gayet mükemmel… Kazaya yeni bir kaymakam geldi mi 
hemen etrafını alırlar, bugün burada, yarın orada kuzular, helvalar, rakılar, 
çalgılarla sünnet çocuğu gibi avuturlarmış. Bana da öyle yaptılar: ‘ Siz istikamet dairesince çalıştığınız müddetçe biz, sizi başımıza tac ederiz!’
dediler. Bereket versin vaziyeti çok çabuk kavradım. Onların istikamet
dairesinde çalışmaktan maksatları hükümet işine, daha doğrusu kendi
işlerine karışmamaktı.” ( s. 77)
Anadolu’nun ve Anadolu insanının ihmal edilmişliği eserdeki bir
diğer yan temadır. Mürşid Efendi’nin bazı arkadaşları Anadolu’ya tayin
istememektedirler. Çünkü Anadolu, İstanbul’a kıyasla her yönüyle geri
kalmıştır. Anadolu’da insanlar suların kirli oluşu nedeniyle ölmektedir,
güvenlik ise yok denecek düzeydedir. Mürşid Efendi’nin defterine not
düştüğü şu cümleler oldukça etkileyicidir:
“Bir defa mutaassıp bir kazada beni taşla öldürüyorlardı. Bir kere
Van yolunda milliyetperver diye Ermenilerin su-i kastına uğradım. Bir kere
bir memleketten bir memlekete giderken eşkıya tarafından soyuldum. Bir
kere uçuruma yuvarlandım, hayvanım öldü.” (s. 85)
Anadolu insanı çok ilkel şartlarda ve ehliyetsiz kişiler tarafından
eğitilmektedir. Mürşid Efendi’nin görevden uzaklaştırdığı ilkokul öğretmeni
tam da bu durumu temsil etmekle vazifelendirilmiş gibidir:
“Burada işe başladığımın haftasında bana kırk, elli imzalı bir dilekçe
geldi. Kazadaki iptidai muallimlerinden birinden şikâyet ediliyordu: Son
derece cahil, müseyyep ve bunak bir ihtiyarmış… Mütemadiyen talebe
ailelerini izaç eder, para istermiş… Akşamüstleri sırtında zembiliyle çarşıda
dolaşır, bakkalların, zerzevatçıların önünde durarak: ‘Çocuklarınızın
hocasıyım… Bana muavenet sizin için borçtur!’ dermiş. Mektepte ders
esnasında sınıftan çıkarak çocukların sepetlerini karıştırır, köftelerini,
yumurtalarını, peynirlerini aşırırmış…” (s. 81)
Eserde ahlakî bozukluklar ve bunun aile yaşamına etkileri Mürşid
Efendi’nin dramıyla okuyucuya aktarılır. Mevedded, eşini aldatır ve ailesini
bir felakete sürükler. Aynı şekilde Ruhsar da eşini aldatmış ve bunu canı ile
ödemiştir. Mürşid Efendi’nin kaynanası da Hafız’la ahlak dışı bir ilişki
içindedir. Üstelik bu kadın, kızlarının ahlâksızlıklarının da sorumlusudur.
Ailede yaşanan bu ahlakî zaaf, henüz çocuk yaşta sayılabilecek Feriha’ya da
sirayet etmiş ve onun ölümüne neden olmuştur.

II. c. Zaman
Reşat Nuri, bütün romanlarının konusunu kendi zamanından almış ve
devrinin meselelerine değinmiştir. Romanda olaylar üç-dört günlük bir süre
içinde gelişir. Ancak Mürşid Efendi’nin hatıra defteri yaklaşık otuz beş yıllık
bir geri dönüş sağlar ve bu da anlatıma genişlik katar. Eserde zaman
atlamaları ‘döneli on sene oldu’ (s. 116) gibi ifadelerle verilmiştir.

II. d. Mekân
Eserde anlatılan olayların geçtiği ilk mekân Maarif Müdürü’nün
odasıdır. Ancak burası ile ilgili ayrıntı verilmemiştir. Mekânla ilgili ilk
ayrıntı Zehra’nın görev yaptığı okulla ilgilidir. Mekân ve insan arasındaki
psikolojik alâkayı yansıtması açısından okul bahçesi için söylenenler
ilginçtir:
“- Şu ağaçlara bakınız, dedi, Zehra Hanım’ın ruhunu ve çocuklara
verdiği terbiyenin cinsini göstermek için bunlardan iyi misal olamaz...
Bahçede ne kadar sakat, cılız, çarpık ağaç varsa budamıştır. Bütün sıhhatini
kuvvetli ve güzel olanlara sarf etmiştir; onların asker taburları gibi
intizamla saf saf dizilmesine çalışmıştır. Sivri tepeleri kestirir; fazla dalları
budar, hâsılı, hepsini birbirine benzetir. Birinin ötekinden büyük ve başka
türlü olmasına tahammül edemez. İnsan, şu bahçeyi adeta bir fabrikadan
çıkmış zannedecek...” ( s. 16)
Yine mekân insan ilişkisini Mürşid Efendi’nin cenazesinin bulunduğu
Eyüp’teki fakir evde de görmek mümkündür.
Romanda esas olarak coğrafî çevreden ziyade insan muhitleri
anlatılmıştır. Pek fazla mekân tasviri yapılmaz. Ancak hatıra defterinde
anlatılan olayların geçtiği çevre çok geniştir. Bu bölümlerde Anadolu bir
mekân olarak kullanılmıştır denilebilir.

II. e. Dil ve Üslûp
Reşat Nuri Güntekin’in geniş kitlelerce uzun yıllar boyunca okunuyor
oluşunun en önemli sebebi sahip olduğu üslûbudur. İnci Enginün bu durumu
“Reşat Nuri’nin böylesine yaygın bir şekilde okunmasının en önemli sebebi
temiz dili, hafif ironisi, eserlerinin hepsini saran sevgi ve müsamaha dolu
bakış tarzıdır. Fakat Reşat Nuri’nin bir başka özelliği de genellikle bir iki
satırda özetlenebilecek basit bir olay örgüsüne sahip romanlarını bir çeşit
halk hikâyecisi gibi anlatmasıdır. O bunu yaparken yukarıda saydığım
özellikleriyle birlikte, çok dikkatli bir tenkitçi olarak da karşımıza çıkar.
Reşat Nuri’nin romanları birçok tabakalardan oluşmuştur. En üstte sevimli
kişiler ve onların maceraları gelir. Okuyucu çok hoşlandığı karakterlerin
macerasını öğrenmek için sayfaları çevirirken yazarın diğer özelliklerine de
rastlar. Cumhuriyet devri romanlarında sosyal tenkit çoktur. Fakat
bunlardan hiçbiri Reşat Nuri’ninki kadar geniş planda ele alınmamıştır.
Diğer romanlarda ortaya konulan sosyal tenkitler çoğu zaman okuyucuda
bir tepki uyandırır, bazen de okuyucu, ‘toplumsal gerçekçiliği’ benimseyen
romancıların kitaplarında sunulan hazır reçetelerin cazibesine kapılır. Reşat
Nuri de ise en şiddetli tenkitler bile okuyucuyu itici değildir. Okuyucu biraz düşününce, o kahramanlarla adeta ‘aynileşir (özdeşleşir)’.(Enginün 2001:
217)
Eserde birinci ve ikinci bölümler hâkim bakış açısıyla ve üçüncü tekil
kişi tarafından aktarılır. Hatıra defteri ise ben anlatıcı tarafından nakledilir.
Son bölümde tekrar hâkim bakış açısına dönülmüş ve Zehra ile ilgili
gelişmeler üçüncü kişi ağzından verilmiştir.
Dikkat edildiğinde Reşat Nuri’nin eserlerinde bazı konu ve üslûp
ortaklıkları kendini belli eder. Tanpınar bu durumu şöyle açıklar:
“ Doğrusu istenirse, bu ilk şöhretin havasında ve birden bire gelen
okuyucu kütlesinin sevgi tazyikinden Reşat Nuri’nin kendisi de tamamiyle
kurtulamadı ve Çalıkuşu’nu romandan romana, parça parça olsa bile devam
ettirdi. Bu, okuyucu kütlesine farkında olmadan verdiği bir çeşit vergi
gibidir. Okuyucu, muharririni daima bıraktığı yerde görmek ister. O, büyük
bir hamle yapmış, muharririni bulmuştur. Artık ona hazırladığı çehrenin
bozulmasını istemez.” (Tanpınar 2000:459)
Eserdeki şahısların tek yönlü, yalınkat insanlar olduklarını söylemek
mümkündür. Şahıslar kolayca iyiler ve kötüler olmak üzere
sınıflandırılabilir. Eserin ikinci bölümü olarak tasarlanan Mürşid Efendi’nin
hatıra defterinde anlatılanlar bu iyi-kötü tasnifini eserin merkezinde yer alan
şahıslar açısından çarpıcı bir şekilde değiştirir. Birol Emil bu kurgunun
romanda simetrik bir yapı bütünlüğü meydana getirdiğini belirtir.(Emil
1984: 374) Romanda kişilik olarak belirgin bir değişim yaşayan tek şahıs
Mürşid Efendi’dir. Zehra’nın yaşadığı değişim ise anlatıcı tarafından
yalnızca bir cümle ile belirtilir.
Reşat Nuri bu romanında da Anadoluyu, Anadolu insanını içinde
bulunduğu sosyo-ekonomik şartları da içeren genel bir yaklaşımla
okuyucuya yansıtmıştır. Taşranın sıkıntıları Mürşid Efendi’nin hatıra defteri
vasıtasıyla ortaya konmuştur. Bu tavrı, yeni Türk devletinin yöneticilerine
sıkıntıları tespit noktasında bir yardım ya da mevcut tespitleri ülke sathında
delillendirme olarak okumak mümkündür. Ayrıca eserde önemli bir yer tutan
işlemeyen devlet bürokrarisi ve onun merkezindeki insan tipi de Acımak’ta
tüm gerçekliğiyle mevcuttur.

III. Sonuç
Acımak, her ne kadar iki taşra memurunun kişisel ve meslekî
yaşantılarını konu edinse de aslında bu konu vasıtasıyla insanî bir olgunun:
Duygusal ve mantıksal yönlerinin uyumu ile bir bütün oluşturabilecek olan
insanın söz konusu iki yönden herhangi birinin öne çıkışıyla yaşamdengesini ve bütünlüğünü yitireceği ve ideal bir hayat sürdüremeyeceği
fikrinin ifadesidir. Romanın iki ana kahramanı olan Mürşid Efendi ve Zehra
da sözünü ettiğimiz bu uyumsuzluğun temsilcileri olmaları hasebiyle metnin
niyetinin bu şekilde okunmasını mümkün kılarlar.
Bütün yaşantısını duygularıyla şekillendiren Mürşid Efendi, gerek iş
gerekse aile yaşamında hüsrana uğramıştır. Zehra bu duygusallığın sebep
olduğu olumsuzluklara bir tepki olarak yaşamını katı kurallarla örülü
mantığıyla şekillendirmek istemiş, ne tam bir başarıya ulaşabilmiş ne de tam
bir insan olabilmiştir. Eserde Zehra için yapılan makine nitelemesi, onun
insanî eksikliğini ortaya koyması bakımından önemlidir. Babası ve geçmişi
ile ilgili gerçekleri öğrenip duygusal eksikliğini gidermesi Zehra’yı gerçek
insan yapmıştır.
Romanda dikkat çeken bir başka husus da tek yönlü bakış açısına
karşı alınan tavırdır. Duygu ve düşünce dünyasında yakalanması gereken bir
dengeyi vurgulayan eserde, tek yönlü bakış açısı söz konusu dengeye
ulaşamamış kişilerde dikkat çeker. Zehra, yaşadıklarının tüm sorumluluğunu
babasına yüklerken tek yönlüdür. Öğrencilerinin ve kasaba halkının
hatalarını değerlendirirken tek yönlüdür. Mürşid Efendi hayata tek yönlü
bakar. Duygusallığı mantığını arka planda bırakmıştır. Her iki kahraman da
belirli bir dönüm noktasından sonra tek yönlülükten sıyrılırlar. Ancak sözü
edilen tek yönlülükten kurtulan Mürşid Efendi’de bunu davranışa
aksettirecek irade kalmamıştır. O, iradesinin son kırıntılarını Zehra’yı yatılı
bir okula vererek tüketmiştir. Dolayısıyla eksiksiz bir insan olmayı
başaramamıştır. Eserde Zehra’nın sahip olduğu tek yönlü bakıştan kurtuluşu,
olgunlaşıp tam bir insan olmasını sağlar. Bu durum bir cümle ile okuyucuya
aktarılır. Romanın bu cümle ile bitirilmiş olması biraz önce Mürşid Efendi
için belirttiğimiz davranış boyutunun eksik bırakıldığı izlenimi doğursa da
eser genelinde Zehra’nın irade timsali olarak gösterilmiş olması bu izlenimi
okuyucunu zihninde eksiklik olmaktan çıkartır. Söz konusu tek yönlülük
eserde olayların belirli kişilerce anlatılması ile teknik olarak desteklenmiş ve
gerçeğimsi kılınmıştır. İlk bölümde, Zehra’nın geçmişi ile ilgili bilgileri
Zehra aktarırken; aynı olaylar ikinci bölümde Mürşid Efendi tarafından
anlatılır. Mürşid Efendi’nin ailesinde yaşananlar da ilk olarak kaynanasının
bakış açısından aktarılırken daha sonraki sayfalarda bu olaylar Abdüssamed
Bey tarafından anlatılır. Bu anlatım şekli merak unsurunu arttırdığı gibi esere
belirgin bir akıcılık da katmıştır.

Murat Kaygana

Yorumlar

Popüler Yayınlar